
NARSİSİZM: KAVRAM VE METAPSİKOLOJİK KONSEPT
Çev: Suzan Uğur Girginer
Özet:Freud'un narsisizm kavramı, yapı kuramının (strukturtheorie) tanıtılmasından sonra temelde yeniden tanımlanmamıştır. "Narsisizm" terimi, bir yandan belirli ruhsal fenomenleri tanımlamak için, diğer yandan da metapsikolojik bir kavram olarak kullanılmaktadır. Günümüzde hâkim olan kafa karışıklığını gidermek amacıyla Pulver, narsisizm kavramının kullanım alanını mevcut en önemli anlamlarına sınırlamayı ve hâlen narsisizm terimi altında toplanan bazı fenomenler için yeni isimler bulmayı önermektedir. Narsisizm şu şekilde tanımlanmaktadır: a) Klinik anlamda bir sapkınlık (perversiyon); b) Bir nesne seçimi tipi ve bir nesne ilişkisi modu; c) Günümüz yazarlarının bir kısmında, narsisizm yalnızca "özsaygı" (self-esteem) için bir eşanlamlı olarak kullanılmaktadır ve bu kullanım, terimin orijinal dürtü kuramsal anlamını göz ardı etmektedir.
Narsisizm üzerine kapsamlı literatürde muhtemelen sadece iki konuda genel bir uzlaşma vardır: Birincisi, narsisizm kavramının psikanalizin en önemli keşiflerinden biri olduğu; ikincisi, bu kavramın oldukça kafa karıştırıcı olduğudur. Bu kavramla ilgili zorluklar en başından beri belirgindi. Freud, kendi orijinal formülasyonlarından memnun değildi. Abraham’a yazdığı bir mektupta şöyle demişti: "Narsisizm zor bir doğumdu ve böyle bir doğumun tüm deformasyonlarını taşıyor." Ayrıca şöyle devam etmişti: "Narsisizm hakkında yazdıklarımı kabul etmeniz beni derinden etkiliyor ve bizi birbirimize daha da sıkı bağlayarak bir araya getiriyor. Ancak onun yetersizliği beni büyük bir öfkeye sürüklüyor" (Jones, cilt II, s. 360). Freud’un neden memnuniyetsiz olduğunu tam olarak bilmiyoruz, ancak günümüzdeki teorisyenlerin çoğu, mevcut zorluklarımızın "esas olarak narsisizm kavramının Freud’un yapı kuramını tanıtmasından sonra temelde yeniden tanımlanmamış olmasına" atfedildiği görüşündedir (Hartmann, 1950, s. 83). Kernberg (1968), bu durumu özlü bir şekilde şu sözlerle ifade eder: Narsisizm kavramı hem kötüye kullanılmış hem de aşırı kullanılmıştır ve artık bir yeniden tanımlama kaçınılmaz hale gelmiştir.
İlk bakışta, bu kadar önemli bir kavramın metapsikolojisinin yeterince tanımlanmamış olması şaşırtıcı görünebilir. Ancak daha yakından incelendiğinde bu durumun nedeni açık hale gelir: Freud’un narsisizmi "benliğin libidinal yatırımı" olarak tanımlayan ilk kavrayışı esasen ekonomik bir yaklaşımdı ve o kadar belirsizdi ki, kavram zamanla birçok ruhsal fenomen için kullanılmaya başlandı. Bu fenomenler genellikle birbiriyle yalnızca belirsiz ve zor fark edilir bir ilişki içindedir ve her birinin kendi metapsikolojisi vardır. "Narsisistik" olarak adlandırılan fenomenler arasında bireysel durumlarda ne kadar az bağlantı varsa, bunların metapsikolojik arka planları da o kadar farklıdır. Bu durumu açıklamak için bu çalışmada şunları yapmak istiyorum:
- Narsisizm kavramının farklı ruhsal fenomenlere uygulanma biçimlerinin nasıl geliştiğini incelemek,
- Narsisizmin "benliğin libidinal yatırımı" olarak anlaşılmasını temel alan orijinal kavrayışın sınırlılıklarını tartışmak,
- Günümüzde "narsisistik" olarak adlandırılan fenomenleri sıralamak ve bunlar arasındaki ilişkileri açıklamak,
- Mevcut terminolojik belirsizliğin neden olduğu sorunlara yönelik olası çözümleri değerlendirmek.
Bu girişimi yürütürken, narsisizm teriminin bir metapsikolojik kavram olarak kullanımı ile belirli ruhsal fenomenleri tanımlamak için kullanımı arasındaki farkı dikkate almanın önemli olduğunu gördüm. Bu, iki çok farklı değerlendirme düzeyini temsil eder. Bu ayrımı netleştirmeye çalışırken, narsisizmi bir metapsikolojik "kavram" olarak ele aldığım durumlarda "kavram" ifadesini, belirli ruhsal fenomenleri tanımlamak için kullandığım durumlarda ise "terim" ifadesini kullanmayı tercih ettim.
Narsisizm Kavramının Çeşitli Uygulama Biçimlerinin Gelişimi
Psikanaliz, narsisizm terimini benimsemeden önce, bu terim oldukça spesifik ve sınırlı bir klinik fenomeni ifade ediyordu. Freud (1914) bunu, bir tür cinsel sapkınlık olarak çok güzel bir şekilde tanımlamıştır: Narsisizm, "bir bireyin kendi bedenine, genellikle bir cinsel nesneye davrandığı şekilde davranması, yani onu cinsel bir hoşnutlukla seyretmesi, okşaması, sevip dokunması ve bu işlemlerle tam bir tatmine ulaşması" olarak tanımlanır (GWX, s. 138). Bu sapkınlık daha önce psikiyatrik literatürde tanımlanmıştı, ancak narsisizm terimi ilk kez Havelock Ellis tarafından bu fenomenle ilişkilendirilmiştir. Ellis, aynı zamanda bu kavramın edebiyat ve mitolojideki kökenlerini de ayrıntılı olarak tartışmıştır. Ellis'in 1898’de İngilizce ve özet olarak 1899’da Almanca yayımlanan tanımında, yalnızca yukarıda belirtilen spesifik sapkınlık ele alınmamış, aynı zamanda narsisizm teriminin psikanalitik olarak daha geniş bir anlamda, açıkça cinsel olmayan davranışlara da uygulanması özetle ifade edilmiştir: “Bazen, özellikle kadınlarda görülen, cinsel duyguların kendine hayranlık tarafından emilmesi ve çoğunlukla tamamen kaybolması eğilimi.”
Psikanalitik kavramın öne çıkan yönü, narsisizmin yalnızca belirli ve dramatik bir sapkınlığın örneği değil, insan davranışında çok daha genel bir olgunun yansıması olduğu gerçeğinin fark edilmesiydi. Kendi benliğine duyulan duyusal sevginin, açıkça cinsel olmayan belirli davranışların altında yatan derin bir neden olduğu anlaşıldı. İlginçtir ki, dışarıdan duyusal görünmeyen bir davranışta duyusal bir unsurun tanınması teması, erken psikanalizin birçok keşfini karakterize eder. Sadizm, mazohizm ve teşhircilik sapkınlıklarına olan paralellik açıktır.
Psikanalitik bir kavram olarak narsisizm, ilk kez 1908’de Sadger’in bir çalışmasında ortaya çıkmış gibi görünmektedir. Stekel, 27 Mayıs 1908’de Viyana Psikanaliz Derneği toplantısında bu çalışmaya atıfta bulunmuştur. Ne yazık ki, Sadger’in çalışmasının bir nüshasını bulamadığım için bu terimin nasıl kullanıldığını söyleyemem. 1910 yılında, narsisizm hem Freud hem de Sadger tarafından anılmıştır. Freud, Drei Abhandlungen (Üç Deneme) adlı eserinde narsisizme dair ilk yazılı referansını bir dipnotta yapmıştır; burada narsisizm, homoseksüel (invertiert: Bu terim, Freud'un ve erken psikanalizin terminolojisinde, genellikle homoseksüel (eşcinsel) bireyleri tanımlamak için kullanılan bir ifadedir. Freud'un teorilerinde, invertiert bireyler, cinsel nesne olarak karşı cins yerine kendi cinsine yönelme eğilimindedir. Bu kavram, dönemin psikiyatri ve psikanaliz literatüründe yaygın olarak kullanılmıştır, ancak günümüzde bu tür bir terminoloji eskimiş ve modern yaklaşımlar tarafından büyük ölçüde terk edilmiştir.) olan bireylerin libidinal gelişiminde bir evre olarak genetik bir bağlamda tanımlanmıştır. Bu bağlamda narsisizm hâlâ spesifik bir sapkınlığı ifade ediyordu. Freud, birkaç ay sonra Leonardo eserinde narsisizme kısa bir şekilde değinirken, terimi aynı şekilde kullanmıştır. Yaklaşık aynı dönemde, Sadger (1910), söz konusu çalışmasında narsisizm terimini bir sapkınlıktan, normal bir gelişim aşamasına genişletmiştir: "Cinselliğe giden yol her zaman narsisizmden geçer; başka bir deyişle, kendi benliğini sevmek."
1911 yılında Rank'ın, narsisizme özel olarak odaklanan ilk psikanalitik çalışmayı yayımlamasıyla kavramın gelişiminde bir sonraki adım atılmıştır. Bu çalışmada, narsisizm hâlâ öncelikli olarak benliğe duyulan duyusal sevgi olarak görülüyordu, ancak ilk kez açıkça duyusal olmayan ruhsal fenomenlerle, yani kibir ve kendine dönük hayranlık ile ilişkilendirilmiştir. Rank, kendine dönük hayranlığın tek belirleyicisinin benliğin libidinal bir nesne olarak alınması olmadığını fark etti: "Kendi bedenini sevmek, normal kadın kibrinde büyük bir etkendir" (s. 406). Rank, bunun tek faktör olmadığını hissettiğini ima etse de çalışmanın geri kalanı bunun en önemli faktör olduğunu belirtir (s.322). Bu, o dönemde libido vurgusunun güçlü olduğu bir bağlama uygundur.
Rank, ayrıca, bu öz-sevgiyi savunma niteliğinde ele alan ilk kişi oldu: "Hasta, erkeklerin o kadar kötü ve sevme yeteneğinden yoksun olduğunu, bir kadının güzelliğini ve değerini hiç anlayamayacaklarını hissediyordu. Bu yüzden önceki narsisistik durumuna geri dönmeyi ve erkekten bağımsız bir şekilde kendi kişiliğini sevmeyi tercih etti."
1911 yılında Freud, narsisizmin genetik (gelişimsel) yönlerini genişletti ve bu kez terimi, benliği libidinal bir nesne olarak ele alma bağlamında kullandı. 1911 civarında, narsisizm terimi hem bir gelişim evresini genetik olarak tanımlamak hem de kibir ve öz-hayranlık gibi belirli tutumları dinamik bir şekilde açıklamak için kullanılıyordu. Benliğin libidinal yatırımı olarak narsisizm kavramından söz edilmiş, ancak bu yalnızca kısa bir şekilde ifade edilmiştir.
1913 yılında Freud, bu kavramı animizm, büyü ve düşüncenin tümgüçlülüğü gibi ilkel düşünce ve hissetme yönleri gibi başka bir grup fenomeni açıklamak için kullandı. Freud, bu fenomenleri tanımladıktan sonra şu ifadeyi kullanır: "Bu tutumu narsisizmle ilişkilendirmek ve onun temel bir parçası olarak ele almak uygun görünmektedir" (s. 110).
Freud'un Narsisizme Giriş Üzerine adlı çalışmasının yazıldığı dönemde, kavramın temelleri zaten atılmıştı. Bu klasik çalışmada Freud, kavramın önceki kullanımlarını dikkatlice açıklamış ve kavramı şu üç ek fenomeni açıklamak için kullanmıştır: bir nesne seçimi türü, bir nesne ilişki modu ve özsaygı.
Freud’un bir nesne seçimi türü olarak narsisizmi kullanımı çalışmasının ana
noktalarından biridir:
"İnsan şu şekilde sever:
-
Narsisistik tipe göre:
a) Kendi olduğu şeyi (kendini),
b) Kendi daha önce olduğu şeyi,
c) Kendi olmak istediği şeyi,
d) Kendi benliğinin bir parçası olmuş kişiyi; -
Dayanma/Yaslanma (Anlehnung) tipiyle:
a) Besleyici kadını,
b) Koruyucu erkeği."
(GWX, s. 156/157).
Freud’un, narsisizmi bir nesne ilişkisi modu olarak kullanımı, şizofreni, organik hastalıklar, hipokondriya ve uykunun tümünün nesnelerden açık bir şekilde geri çekilme ile karakterize edildiğini fark etmesinden kaynaklanıyordu. Freud, bu geri çekilmeyi teorik olarak, nesnelerden libidinal yatırımların geri alınması ve bunun eşlik ettiği bir artmış benlik yatırımı, dolayısıyla narsisizm olarak açıkladı. Freud’un çalışmasında narsisizmin özsaygı ile bağlantısı yalnızca dolaylı olarak ele alınmıştır. Bu, Freud’un Benlik İdeali tanımı sırasında kısaca değinilmiştir. Ancak buradan, narsisizm kavramının günümüzdeki en önemli anlamlarından biri olan, onun özsaygının eşanlamlısı olarak kullanımı ortaya çıkmıştır.
Psikanalitik literatürde narsisizm kavramı oldukça erken bir dönemde çeşitli şekillerde kullanılmıştır:
- Klinik olarak, kendi bedeninin bir cinsel nesne gibi ele alınmasıyla karakterize edilen bir cinsel sapkınlığı tanımlamak için.
- Genetik olarak, bu libidinal durumla karakterize edilen bir gelişim aşamasını tanımlamak için.
-
Nesne ilişkileri açısından, iki farklı fenomene işaret etmek için:
a) Nesne seçiminde, benliğin nesnenin gerçek yönlerinden daha önemli bir rol oynadığı bir tür,
b) Çevreyle ilişki kurma biçimi olarak, nesne ilişkilerinin göreli bir eksikliği ile tanımlanan bir mod. - Özsaygı durumunun karmaşık yönlerini tanımlamak için.
Tüm bunlar teorik olarak, bir şekilde, benliğin bir nesne olarak alındığı bir libido durumu olarak anlaşılmıştır.
Narsisizmin Dürtü Kavramıyla İlgili Sorunlar
Son yıllarda, narsisizmin dürtü kavramı ve narsisistik olarak adlandırılan
bazı klinik fenomenleri açıklamadaki değeriyle ilgili şüpheler artmıştır. Bu
şüphelerin ilki, kavramın dayandığı teorik temelin geçerliliği ile
ilgilidir. Daha önce belirtildiği gibi, "kendiliğin libidinal yatırımı"
ifadesi, ekonomik sonuçlar da içeren bir dürtü kuramı kavramıdır. Ancak hem
genel olarak ekonomik yaklaşım hem de özel olarak dürtü kuramına karşı ciddi
itirazlar dile getirilmiştir. Bu iki tartışma hakkında iyi bir genel bakış,
Apfelbaum (1965) ve Holt (1967) tarafından sunulmuştur; bu tartışmalar
burada detaylandırılamayacak kadar kapsamlıdır. Şu kadarını söylemek
yeterlidir: Psikanalitik teorinin bu yönleri eksikse, bu durum narsisizmin
dürtü kavramı için de geçerlidir.
İkinci bir şüphe, kavramın geçerliliğiyle değil, yararlılığıyla ilgilidir. Psikanalizde bir teorik kavramın değeri, belirli klinik materyali açıklayabilme yeteneğine dayanır. Burada özgüllük önemlidir. Örneğin, belirli bir nesneyi "moleküllerin bir araya gelmesi" olarak tanımlamak doğru olabilir, ancak "moleküllerin bir araya gelmesi" çok çeşitli nesneleri kapsadığı için bu tanım kullanışlı değildir. Benzer şekilde, "libido" ve "kendilik" ifadelerinin belirsiz doğası, narsisizm kavramının çok çeşitli şeylere uygulanmasına yol açmış ve bu da kavramı neredeyse anlamsız hale getirmiştir.
Başlangıçta bu anlam çeşitliliği fark edilmemişti. Freud’un Narsisizme Giriş Üzerine çalışmasını yayımladığı dönemde, psikanalitik dürtü kuramı libido ve benlik dürtülerinin ikiliğine dayanıyordu. Freud, kendiliğe yönelen dürtülerde, bir yanda kendiliğin libidoyla, diğer yanda benlik dürtüleriyle (egoizm) yatırılmasını birbirinden ayırıyordu: "Bu anlamdaki narsisizm bir sapkınlık değil, benlik koruma dürtüsünün egoizmine libidinal bir tamamlayıcıdır" (s. 139). Narsisizm terimi yalnızca kendiliğe yönelen dürtülerin bir türüne uygulanıyordu, bu nedenle anlamı nispeten sınırlıydı. Ancak benlik dürtüleri kuramı terk edildiğinde, bu ayrım da ortadan kalktı. Kendiliğe yönelen her türlü dürtü artık narsisizm olarak tanımlandı ve bu durum kavramı önemli ölçüde genişletti.
Ayrıca, "kendilik" ve "libido" kavramlarının yeniden ele alınmasıyla kavram daha da genişletildi. Kendilik tanımlamalarda kapsamını artırdı ve bir vücut parçasının spesifik temsiliyetinden, kimlik gibi çok genel bir kavrama kadar uzandı. Tüm bunların libidinal yatırımı narsisizm olarak adlandırıldı. Buna ek olarak, füzyon, nötralizasyon, cinselliksizleştirme gibi çeşitli libido kaderleri tanımlandı. Kendiliğin tüm bu yönlerinin farklı libido biçimleriyle yatırımda bulunulması narsisizm olarak nitelendirildi.
Günümüzde, birbirinden çok farklı klinik fenomenler —örneğin dışkı ile ilgili hipokondriyak bir meşguliyet, bir ergenin meslek seçimi konusunda aşırı kaygılanması ve genel olarak yaşamı sürdürme ilgisi— narsisistik olarak adlandırılmaktadır. Bu kadar çok şeye uygulanabilen bir teorik yapı zorunlu olarak anlamsız olmasa da açıklayıcı değeri kesinlikle azalmaktadır.
Narsisizmin dürtü kavramıyla ilgili bu genel zorluklara ek olarak, kavramın belirli klinik fenomenlere uygulanmasında da problemler ortaya çıkmaktadır. Bunu açıklamak için narsisistik olarak adlandırılan ve önemli ölçüde farklılık gösteren klinik fenomenleri dört kategoriye ayırdım, bunlar aşağıda açıklanacaktır.
Bir Cinsel Sapkınlık Olarak Narsisizm
Bir narsisizm olarak adlandırılabilecek bir cinsel sapkınlığın varlığı
kolayca gösterilebilir. Sapkınlıklar, yetişkinin cinsel yaşamında, çocukluk
dönemine ait bir cinsellik bileşeninin baskın hale gelmesiyle karakterize
edilir. Çocukluk dönemindeki cinsel gelişim sırasında, kişinin kendi
bedenine duyduğu cinsel ilgi sıkça görülür. Bu durum klinik olarak da
nadiren rastlanmayan bir olgudur; örneğin, hastalarımdan birinde, açıkça
görülebilen tek cinsel davranış, bir aynanın önünde mastürbasyon yapmak ve
bu sırada penisinin büyüklüğüyle ilgili bilinçli fanteziler kurmaktı. Bu,
haklı olarak narsisizm olarak adlandırılabilecek spesifik bir sapkınlık
olarak değerlendirilebilir. Ancak pratikte, kavramın çok daha geniş kapsamlı
kullanımları ağırlık kazanmış ve narsisizm teriminin bir cinsel sapkınlık
anlamında kullanımı neredeyse tamamen terk edilmiştir.
Narsisizm Bir Gelişim Evresi Olarak
Yukarıda belirtildiği gibi, narsisizm terimi bir gelişim evresini tanımlamak
için en erken psikanalitik yazılarda kullanılmıştır. Freud, narsisizmi ilk
kez genetik bir bağlamda şu şekilde ifade etmiştir:
"İncelenen tüm vakalarda, sonradan homoseksüel olan bireylerin
çocukluklarının ilk yıllarında, kadınlara (çoğunlukla annelerine) çok yoğun
ama kısa ömürlü bir bağlanma evresi geçirdiğini gözlemledik. Bu evrenin
üstesinden geldikten sonra, kendilerini kadınla özdeşleştirirler ve
kendilerini cinsel bir nesne olarak alırlar, yani narsisizmden yola çıkarak
kendilerine benzeyen genç ya da erkek figürlerini arar ve onları,
annelerinin kendilerini sevdiği şekilde sevmek isterler" (1905, s. 44).
Freud, Narsisizme Giriş Üzerine adlı çalışmasında gelişimsel yönleri ele alırken narsisizmin iki tipinden bahseder:
- Birincil narsisizm, dışsal nesnelere libido yatırımından önce görülen, kendiliğe yapılan libidinal yatırım olarak tanımlanır.
- İkincil narsisizm, dışsal nesnelere libido yatırımı yapıldıktan sonra, bu nesnelerden libidinal yatırımlarının geri çekilmesiyle kendiliğe yönelik bir libidinal yatırımın gerçekleştiği durumdur.
Bu bağlamda, ikincil narsisizm, libidinal nesne yatırımlarının geri çekilmesinin bir sonucu olarak anlaşılır. Freud'un erken dönem yazıları, bu evrelerin kesin sırasıyla ilgili biraz kafa karıştırıcıdır. Kanzer (1964, s. 529), "Freud'un ifadeleri ve kavramları sürekli bir gelişim sürecindeydi ve otoerotizm ile narsisizm arasındaki ilişkiler, onun önceki ya da sonraki ifadelerine ters düşüyordu" diye açıklamaktadır.
Bununla birlikte, birincil narsisizmden nesne sevgisine ve nihayetinde
ikincil narsisizme geçişin gelişimsel sırası, Freud'un konuyla ilgili
sonraki yazılarında yeniden doğrulanmıştır:
"Bunun (libido) hakkında bildiğimiz her şey Ben’e dayanır; başlangıçta,
mevcut tüm libido miktarı burada depolanır. Bu duruma mutlak birincil
narsisizm diyoruz. Bu durum, Ben nesne temsillerine libido yatıırımlarında
bulunmaya, narsisistik libidoyu nesne libidosuna dönüştürmeye başlayana
kadar sürer" (XVII, s. 72).
Bugün narsisistik bir gelişim evresinden bahsedildiğinde, bu genellikle birincil narsisizm evresi anlamına gelir. Narsisizm teriminin bir gelişim evresini tanımlamak için kullanılması çeşitli sorunları da beraberinde getirmiştir. Bu sorunların ilki, bu evrenin tam süresini belirlemenin zorluğudur. Freud, bu evrenin spesifik bir zaman dilimini hiçbir zaman tartışmamış, sonraki yazarlar ise çocukluk döneminde bu evreye farklı uzunluklarda zaman dilimleri atfetmişlerdir. Örneğin, Greene (1958) narsisistik gelişim evresini yalnızca anne karnında geçen dönemle sınırlandırırken, Jacobson (1964), bu evrenin, herhangi bir ruhsal yapının oluşmasından önce, erken çocuklukta farklı organ sistemlerine yönelik fizyolojik enerji boşalmalarıyla ilgili olduğuna inanır. Başka yazarlar ise bu evreyi ikinci yaşın başına kadar uzatır.
Bu zaman aralığı konusundaki uyumsuzluk, narsisizm teriminin nesne ilişkileriyle ne anlama geldiği konusundaki belirsizlikten kaynaklanmaktadır. Erken dönem dürtü psikolojisinin dürtü kaynaklarına (oral, anal, fallik) olan ilgisinin aksine, modern benlik psikolojisi, dürtü nesnelerine ve Ben’in bu nesnelerle ilişkisine odaklanmıştır. Erken çocukluk gelişimi hakkındaki en iyi bilgi kaynağımız olan doğrudan çocuk gözlemi ise, esas olarak bu nesne ilişkilerinin değişimlerine dair bilgi sağlamaktadır ve çocuğun kendilik yatırımları hakkında çok daha az bilgi vermektedir. Bu durum, çocukta kendiliğin libidinal yatırımı kavramının ne anlama geldiğini tanımlamanın zorluğuyla birleştiğinde, yukarıda açıklanan bu zamanlama konusundaki büyük değişkenliğe yol açmıştır.
Şimdi, bir an için, bu evrenin çoğunlukla tarif edildiği gibi, çocuğun
yaşamının ilk altı ila sekiz ayını kapsadığını varsayalım. Bu durumda,
ikinci bir sorun ortaya çıkar: Çok karmaşık bir gelişimsel dönem, o dönemde
meydana gelen karmaşık gelişimlerle çok az ilgisi olan bir kavram,
narsisizm, ile adlandırılmaktadır. Psikanalitik araştırmacılar tarafından
doğrudan çocuk gözleminden elde edilen bilgiler, bu dönemin karmaşıklığını
giderek daha net hale getirmiştir. Bu doğrudan gözlemler ve bunların teorik
sonuçları hakkında kapsamlı bir genel bakış, Gouin Décarie’nin (1965)
kitabında bulunabilir. Kısaca ifade etmek gerekirse, “gerçek nesne”nin
oluşumundan önceki zaman dilimi en az iki alt bölüme ayrılabilir; Gouin
Décarie bu bölümleri “narsisistik dönem” ve “geçiş dönemi” olarak
adlandırır. Narsisistik dönem, kendi içinde en az iki aşamaya sahiptir. İlk
aşamada — yaşamın birinci ve ikinci haftasında — yatırımlar tamamen
farklılaşmamıştır. İkinci aşamada, örneğin emzirme gibi belirli deneyimlere
yatırım yapılır ve libido, henüz farkında olunmayan bir özne ile çevrede
bulunan bir nesne olarak algılanmayan bir nesne arasında dağıtılır. Geçiş
dönemi, altıncı aya kadar devam eder ve bu dönemde nesnenin bazı yönlerine
“nesnenin öncülleri” (Spitz, 1950) olarak yatırım yapılır. En bilinen örnek,
gülümseyen insan yüzüdür. Bu nesne öncülleri henüz kişiselleştirilmiş
değildir ve bir "şey" niteliği taşır. Tepki, bir insana değil, şekle
yöneliktir; insan olarak bir kişiye değil şekle yatırım yapılır:
"Üç aylık bebek, görsel olarak (insan) partnerini bir insan olarak tanımaz.
Tanıdığı tek şey, alın—gözler—burun şeklindeki bir biçimdir. Eğer bu şekil
küçük bir değişikliğe uğrarsa (örneğin bir göz kapatılırsa), sözde nesne
artık algılanmaz" (s. 103). Bu şeklin algısı öznel dalgalanmalara tabidir.
Bazen dışarıda, bazen kendi benliğinin bir parçası olarak algılanır.
Sonuçta, "gerçek" bir dış nesnenin algısı bir anda ortaya çıkmaz, aylar
boyunca Ben ve mekanizmaları olgunlaştıkça gelişir. Bu ayrıntılar, benlik ve
nesne yatırımı açısından bu dönemin karmaşıklığını göstermek için burada
açıklanmıştır. Eğer bu tüm dönem veya herhangi bir alt bölümü “narsisistik”
olarak adlandırılsaydı, bu libidinal gelişimin ayrıntılarını ve bu dönemin
diğer önemli gelişim süreçlerini basitleştirerek gölgede bırakırdı. Glover
bunu yıllar önce ifade etmişti (1956, s. 345): “Yıllar önce bu tür
ifadelerin artık kısmen kullanışlı olmadığını belirtmiştim. Örneğin,
narsisistik gelişim evresi daha net bir şekilde tanımlanmalı ve bu erken
ben-merkezli evrelerde hâkim olan nesne sistemleri çok daha spesifik olarak
açıklanmalıdır.”
Üçüncü bir sorun daha ortaya çıkar: Bu ilk aylar "narsisistik evre" olarak adlandırıldığında, bu dönemde gözlemlenen birçok olgunun "narsisizm" olarak tanımlanmasına yol açılmıştır. Ancak bu olgular, gerçekte, libidinal yatırımlarla çok az ilişkili ya da tamamen ilişkisizdir. Daha da kötüsü, bu olgulara "narsisistik" denmesi, onların sadece kendiliğin libidinal yatırımıyla açıklanabildiği izlenimini yaratmış ve başka açıklamaların gerekli olmadığı düşüncesine yol açmıştır. Bu durum, savunma mekanizmaları veya adaptif (uyum sağlayıcı) faktörler gibi, genellikle daha önemli belirleyicilerin hem çocuklarda hem de regrese olmuş yetişkinlerde göz ardı edilmesine neden olmuştur.
Bu durumu açıklamak için bilişsel bir fenomen olan animistik ve büyüsel inancı ele alalım. Freud, Totem ve Tabu adlı eserinde bu inancı, çocuklukta kendiliğin libidinal yatırımı olarak ve ilkel toplumlarda görülen bir fenomeni, çocukluk dönemi libidinal fiksasyonunun bir sonucu olarak açıklamıştır. Ancak o zamandan beri bu tür bir gelişime yol açan başka birçok faktör tanımlanmıştır. Yine de omnipotent (her şeye kadir) düşüncelerin yalnızca bir hastanın narsisizmine dayandırıldığını duymak alışılmadık bir durum değildir. Aynı problemin bir başka örneği, bu dönemde ortaya çıkan ve narsisistik olarak adlandırılan duygusal durumlarda bulunabilir. Fenichel’in şu iki alıntısına dikkat edelim:
- “Bazı narsisistik hoşnutluklar, dış dünyadaki omnipotent bir güçle yeniden birleşme olarak deneyimlenmeleriyle tanımlanır. Bu ya dış dünyanın parçalarının içe alınması (yutulması/incorporate) yoluyla ya da onun tarafından içe alındığı (yutulduğu/incorporate) fantezisiyle gerçekleşir (‘ikincil narsisizm’)” (s. 40).
- “Bu kutsal hisler genellikle pasif ve alıcı bir şekilde deneyimlenir. Narsisistik unio mystica (mistik birlik) belirtileri taşır; bu, öznenin evrenle derin oral yeniden birleşmesi ve ilk ‘okyanussal his’ durumunun yeniden kurulmasıdır” (s. 425).
Bu metinlerdeki narsisizm terimi, erken dönemlerde, anneyle “mükemmel” bir birlik deneyimine atıfta bulunur. Bu duygulara “narsisistik” denir, çünkü bunların yaşamın ilk altı ayında ortaya çıktığı varsayılır. Ancak sorun, bu duyguların narsisistik olarak adlandırılmasının, onların kendiliğin libidinal yatırımıyla ortaya çıktığı varsayımına yol açmasıdır. Bugünkü, henüz tatmin edici olmayan duygular teorimiz bile böyle bir varsayımı kabul etmez. Duygular genellikle dürtü boşalımlarıyla ilişkili olsa da birçok başka, dürtüsel olmayan belirleyicileri de vardır (Kaywin, 1966).
Erken çocukluk fenomenlerini "narsisistik" olarak adlandırmanın yol açtığı kavramsal karışıklıklara son bir örnek olarak, megalomani'nin metapsikolojisini ele alalım. Narsisizme Giriş Üzerine adlı çalışmasında Freud, megalomaniyi narsisizm temelinde açıklamıştır. Günümüzde de megalomaninin yalnızca narsisistik regresyonların veya fiksasyonların bir tezahürü olduğu yönünde yaygın açıklamalar bulunmaktadır. Ancak bu tür açıklamalar en az iki önemli noktayı göz ardı eder:
- Yetişkinlerde klinik bir semptom olarak görülen megalomani, önemli savunma amaçlarına hizmet eder. Bu durum, yapısal kuram (strukturtheorie) terimleriyle daha iyi ifade edilmelidir ve yalnızca libido regresyonu olarak sunulmamalıdır.
- Erken çocukluk evresinde bile, omnipotenz (her şeye kadirlik) hissi yalnızca libidinal kaymalarla değil, aynı zamanda Ben’in (Ich) gelişiminin belirli yönleriyle de ilişkilidir. Örneğin, çocuğun algı aparatının olgunlaşmamışlığı ve bunun sonucunda dış dünya ile kendisi arasındaki ayrımı yapamaması, omnipotenz hissinin Ben’e ait önemli yönlerini oluşturur.
Yukarıdaki nedenlerle, erken gelişim döneminin narsisistik bir evre olarak adlandırılması, Ben’in önemli belirleyicilerinin gözden kaçırılmasına yol açmaktadır. Bu da bu önemli zaman dilimi hakkında teorik yaklaşımlarda bir dizi yanılgıya katkıda bulunur.
Narsisizm: Nesne İlişkilerinin Bir Modu
Narsisizm teriminin önemli bir başka uygulama alanı, Ben’in nesnelerle olan
ilişkileri bağlamında bulunmaktadır. Bu ilişkilerin iki geniş kapsamlı
boyutu tanımlanmıştır. İlk boyut, "gerçek nesne ilişkileri" anahtar
ifadesiyle özetlenebilir. Burada genellikle nesnenin, kendi ihtiyaçları,
arzuları ve tepkileri olan özerk bir birey olarak algılanması ve buna uygun
tepkiler verilmesi anlaşılır. "Gerçek nesne ilişkilerinin" bozulduğu ya da
hiç mevcut olmadığı tüm nesne ilişki türleri narsisistik olarak
adlandırılır. Bu anlam, o kadar yaygın bir kullanım kazanmıştır ki, Brenner
(1955) bu anlamı resmi bir tanım seviyesine yükseltmiştir:
“Genel olarak, terim (narsisizm), yetişkinlere uygulandığında, birbiriyle ilişkili ancak farklı üç şeyi tanımlamak için kullanılır. Bunlar:
- Kendiliğe yapılan aşırı (libido) yatırımı,
- Çevredeki nesnelere yapılan yetersiz yatırım ve
- Bu nesnelerle patolojik şekilde kurulan olgunlaşmamış ilişkiler” (s. 113).
Son iki tanım, nesne ilişkileri terimleriyle ifade edilmiş olup, ileride tartışılacaktır. Narsisizm terimi, Brenner’in ikinci kategorisine, yani "çevredeki nesnelere yetersiz yatırım" kavramına, kendiliğin libidinal yatırımının artışıyla diğer yatırımların azalmasının eşlik etmesi gerektiği sonucuna dayanarak uygulanmıştır. Bu tür nicel varsayımların geçerliliği daha sonra değerlendirilecektir. Ancak şu noktada, şu varsayımı ele alalım: Nesnelere yapılan yatırımın azalması (bu teorik bir varsayımdır), çevredeki nesnelerle gözlemlenebilir ilişkilerin asgari düzeyde ya da hiç mevcut olmadığı durumlarda söz konusudur (bu ise klinik bir gözlemdir). Freud, bu kendi döneminin teorileriyle uyumlu olan mantığı kullanmış ve narsisizm terimini organik hastalık, uyku, hipokondriya ve şizofreni gibi belirli klinik fenomenlere uygulamıştır. Bu yaklaşımı başka araştırmacılar da benimsemişlerdir. Örneğin, Ostow, "Narsisistik Huzur Üzerine" adlı çalışmasında şunu belirtir: “Bu sendromun en dikkat çekici dinamik yönü, nesnelerden soyutlanmadır. Bu, şizofreninin total soyutlanmasından, mesafeli ‘normal’ bireyin göreceli erişilemezliğine kadar değişebilir.” Burada "nesnelerden soyutlanma", hastanın dış dünyaya olan davranışlarına atıfta bulunur, ancak bu davranışların altında yatan dinamiklere değil. Narsisizm teriminin dış davranış türlerini tanımlamak için kullanılması konusundaki zorluk, artık nesnelerden dışarıya yönelik geri çekilmenin mutlaka kendiliğin artmış libidinal yatırımıyla ya da azalmış nesne yatırımıyla eşlik ettiğini varsaymamamızdır. Freud, çok erken bir dönemde (Nunberg ve Federn, 1962), açıkça görülebilir nesnelerin yokluğunun, nesnelerin psikolojik olarak da mevcut olmadığını ifade etmediğini göstermiştir. 13 Şubat 1902 tarihinde Viyana Psikanaliz Derneği’nde yapılan bir toplantıda Freud, Havelock Ellis'in "otoerotizm" terimini yalnızca bir kişi söz konusu olduğunda kullandığını, kendisinin (Freud’un) ise bu terimi nesnelerin olmadığı durumlar için kullandığını belirtmiştir. Örneğin, Freud, mastürbasyon yaparken aynı zamanda fantezi kuranları otoerotik olarak görmezdi. Geri çekilme, çoğu zaman, kaygı uyandıran nesnelerle ilişki kurmaktan kaçınmak için kullanılan bir savunma manevrasıdır; ancak bu nesneler yüksek oranda (libido) yüklü (besetzt) kalır. Dış nesnelerden geri çekilme birincil olarak bir savunma olmasa bile, nesneler intrapsişik (içsel ruhsal) olarak önem taşımaya devam edebilir. Örneğin, uykudaki nesne yatırımlarının görünürdeki eksikliği, çeşitli yazarlar tarafından sorgulanmıştır (Balint, 1960; Kanzer, 1955; Lewin, 1953). Bu yazarlar, uykuda görülen rüyaların, nesne yatırımlarının fantezide sürdürüldüğünü kanıtladığını belirtmişlerdir. Bu nedenle, narsisizm teriminin "çevredeki nesnelere yapılan yetersiz yatırım" kavramına uygulanması, iki yanlış anlamaya yol açmıştır:
- Libidinal yatırımın Ben üzerinde artması —daha sonra gösterileceği üzere— mutlaka nesne yatırımlarının azalmasıyla birlikte gerçekleşmez.
- "Çevredeki nesnelere yetersiz yatırım" denildiğinde, günümüzde genellikle dış gerçeklikte açıkça görülen nesne ilişkilerinin eksikliği kastedilmektedir. Ancak bu denklem her zaman doğru olmayabilir.
Şimdi Brenner’in narsisizm kavramındaki üçüncü kategoriyi inceleyelim: patolojik şekilde olgunlaşmamış nesne ilişkileri. Bu kavramın nasıl ortaya çıktığını tam olarak açıklamak zordur. Belki de bu kavram, patolojik olgunlaşmamış ilişkilerin artmış kendilik yatırımıyla birlikte olduğu klinik deneyimlerden doğmuştur. Muhtemelen, psikanalizin erken dönemine ait narsisizmle ilişkilendirilen patolojilerin tanımları ve olgun nesne ilişkilerinin nesnelerin daha büyük bir ağırlığına işaret ettiği varsayımı da etkili olmuştur. Buna göre, olgunlaşmamış nesne ilişkileri, kendiliğin daha büyük bir ağırlığına, dolayısıyla artmış libidinal kendilik yatırımına ve dolayısıyla narsisizme işaret eder.
Bu kavramın kökeni her nerede olursa olsun, biraz düşününce olgunlaşmamış nesne ilişkilerinin, örneğin, annelerine ya da anne imgelerine yaşamlarının vazgeçilmez bir parçası olarak sıkı sıkıya bağlı olan, bağımlı, oral olarak içe alan/yutan (inkorporatif) hastalarda görüldüğü gibi, dışsal nesnelere güçlü yatırımlarla karakterize olabileceğini görebiliriz. Jacobson’un (1964) belirttiği gibi, bu yatırım, benlik ve nesne temsilleri arasındaki ayırt edici sınırın kaybı ile birlikte oldukça ilkel, içe alma/-sindirilmemiş yutma (inkorporasyon) ve yansıtmalı özdeşim mekanizmalarına dayanır. Ancak bu durumda bile, belirli dış nesne temsillerine yatırım yapılabilir. Klinik olarak, bu nesne ilişkilerinin oluşturulmasında kullanılan ilkel mekanizmalar, aynı anda mevcut olabilecek artmış benlik ilgisi kadar önemlidir. Bu gerçek, bu tür ilişkilerin "narsisistik" olarak adlandırılmasıyla göz ardı edilebilir.
Bu iki kategori, çok farklı klinik ve dinamik pozisyonlara sahip fenomenleri içerebilir. İlk kategori, nesneden dışa dönük bir geri çekilmeyi, ancak bunun altında yatan yoğun bir bağlanmayı ifade edebilir. İkinci kategori ise, dışa dönük yoğun bir bağlanmayı, ancak bunun altında yatan bir kendilik merkezliliğini içerebilir. Bu nedenle, narsisizm, eksik ya da olgunlaşmamış nesne ilişkileri için uygun bir terim gibi görünse de bu tür ilişkilerin altında yatan dinamikleri iyi bir şekilde açıklayamamaktadır.
Narsisizm: Özsaygı Anlamı
Belki de en büyük zorluklar, narsisizm kavramının özsaygı için bir teknik
terim olarak kullanılmasından kaynaklanmıştır. Rank (1911), narsisistik
hastasının kendine hayranlık duyma halini tarif ederken bu terimi örtük bir
şekilde kullanmış, Freud (1914) ise açık bir şekilde ifade ederek,
“Özsaygının narsisistik libidoya özellikle yakın bir bağımlılığı olduğunu
kabul etmeliyiz” demiştir (GWX, s. 165). Freud (1926), duygulanımları
(affekt) dürtü kuramının terimleriyle açıklamanın zorluklarını açıkça fark
etmiş olsa da özsaygı (duygusal bir kavram) ile narsisistik libido (bir
dürtü kavramı) terimlerini birbirinin yerine kullanılabilir şekilde
kullanmaya devam etmiştir. Freud’un narsisizm terimini özsaygının
eşanlamlısı olarak kullanımı, özellikle klinik çalışmalarda yaygın bir
şekilde benimsenmiştir. Özsaygı artık narsisizm kavramının en önemli
anlamlarından biridir. Bu kullanım o kadar yaygın hale gelmiştir ki,
analitik günlük kelime dağarcığının bir parçası olmuştur. Yine de bu terimin
literatürde nasıl göründüğünü açıklamak faydalı olabilir.
Hartmann ve Löwenstein (1962), “Benlik ideali narsisizm için bir kurtarma operasyonu olarak görülebilir” dediğinde (s. 61), narsisizm terimini, çocuğun omnipotent (her şeye muktedir) özsaygısını hayal kırıklığı sürecinde kurtarma çabası anlamında kullanırlar.
Eidelberg’in (1959) "narsisistik yaralanma" kavramı, herhangi bir çaresizlik hissi deneyimine, yani özsaygı spektrumundaki bir duygusal duruma atıfta bulunur.
Murray (1964), “Umut vaat eden, kendine uygun bir öz-xcimaja sahip genç bir adam, gururla bağlı olduğu seçkin bir grubun üyesi; meşru narsisistik duyguları var ve bunlar ona yük olmuyor” (s. 482) dediğinde, narsisizm terimini açıkça özsaygı anlamında kullanır.
Kohut (1966), “narsisistik kırılganlık ve utanca karşı en iyi koruma”dan bahsettiğinde (Psyche 20, 1966, s. 572), özsaygının korunmasını kastetmektedir.
Bu rastgele seçilmiş örnekler daha da artırılabilir.
Narsisizm teriminin özsaygı anlamında kullanımıyla ilgili temel sakınca, bir dürtü kuramı bağlamından alınmış bir kavramın, çok daha karmaşık bir fenomen olan özsaygı ile eşitlenmesidir. Bununla yazarların, özsaygıyı libidinal kendilik yatırımıyla tamamen eşitlemek istediklerini söylemek istemiyorum. Görünüşe göre bu yazarlar, narsisizm terimini özsaygının eşanlamlısı olarak kullanıyor ve libidinal anlamını görmezden geliyorlar. Ancak bu çalışmayla ilgili çeşitli tartışmalarda fark ettim ki, çok sayıda analist özsaygının libidinal kendilik yatırımı olduğunu savunabilir ve hatta özsaygının bundan ibaret olduğunu iddia edebilir. Bu nedenle, "kendilik" (Selbst) kelimesinin bazı bileşenlerini tanımlayarak bu iddianın konuya ne kadar az uygun olduğunu göstermek istiyorum. Bazı görüş ayrılıklarına rağmen, "kendilik" (Selbst) kavramının tam anlamı konusunda birçok yönü üzerinde genel bir uzlaşı vardır. Amacımız doğrultusunda, kendilik temsillerinin, Ben (Ich) sistemindeki bedensel ve ruhsal kendiliğin içsel (endopsişik) temsilleri olduğunu söylemek yeterlidir (Jacobson, 1964, s. 19). Bu temsiller, öncelikle içsel deneyimlerin, duyumların ve düşünce süreçlerinin anı izlerinden oluşur ve daha sonra dolaylı kendilik algısı, yani kendiliğin bir nesne olarak algılanması, üzerinden şekillenir. Bunlar, haz veya huzursuzluk gibi duygusal durumlarla bağlantılı olabilir ancak bu bağlantının olması zorunlu değildir.
Duyguyla ilişki kurulduğunda, bu temsillere kendilik imgeleri denir. Farklı kendilik imgeleri, bütünlüklü ve duygusal bir kendilik algısında organize olduğunda, buna özsaygı (Selbstwertgefühl) denir. "Yüksek özsaygı" dediğimizde, haz dolu duyguların baskın olduğunu, "düşük özsaygı" dediğimizde ise huzursuzluk verici duyguların baskın olduğunu varsayarız. Kendilik temsillerinin duygularla ilişkilendirildiği bu Ben durumları, bilinçli, ön bilinçli veya bilinç dışı olabilir; karmaşık bir kökene sahip olabilir ve birçok savunma veya uyum işlevine hizmet edebilir.
Tüm bunlar göz önüne alındığında, özsaygının basitçe kendiliğe yapılan libidinal yatırımı (libidinöse Besetzung) olduğu iddiasının son derece yetersiz olduğu açıktır. Karmaşık bir Ben durumunu, dürtü terimleriyle açıklamakta ve üstelik oldukça genel dürtü terimleri kullanmakta yetersiz kalınmaktadır. Bu durum, özsaygıyı belirleyen diğer birçok faktörün dikkate alınmasını engellemekle kalmaz, aynı zamanda dolaylı olarak duyguları (affekt) dürtülerle açıklama çabasıyla sonuçlanır. Daha önce belirttiğim gibi, bu bugün artık kabul edilebilir bir yaklaşım değildir.
Narsisizm ve özsaygının eşitlenmesiyle ilgili bir diğer sorun, Joffe ve Sandler (1967) tarafından mükemmel bir şekilde açıklanmıştır. Çalışmaları, narsisizm teriminin özsaygıyı tartışmak için kullanılmasıyla ortaya çıkan niceliksel sonuçlara odaklanmıştır. Özsaygı, kendiliğin libidinal yatırımıyla açıklandığında, bu ekonomik bir konsepti de beraberinde getirir. Bu konsept, libidonun başka yerlere yatırıldığında özsaygının azalacağını, diğer nesnelerden çekilerek kendiliğe yatırıldığında ise artacağını öne sürer. Freud’un ünlü "Amip benzetmesi" bu durumu açıklar ve daha sonra başkaları tarafından genişletilmiştir. Ancak bu niceliksel dalgalanma fikri, klinik bulgularla uyumlu değildir. Özellikle yüksek özsaygıya sahip bireyler başkalarıyla daha çok ilgilenebilirken, düşük özsaygıya sahip kişilerin büyük olasılıkla kendilerine odaklanacağı görülür. Âşık olma fenomeni, ilk bakışta ekonomik kavramı destekliyor gibi görünse de (“Sen harikasın; ben bir hiçim”), daha yakından incelendiğinde karmaşık bir dinamiğe sahiptir ve libidinal yatırımların tam olarak nerede bulunduğunu açıklamak oldukça zordur. Bu zorluklar, Joffe ve Sandler’i (1967) narsisizm kavramının tanımında geniş bir revizyon önerisinde bulunmaya yöneltmiştir. Narsisizm ve özsaygıyı eşitleme alışkanlığını kabul eden yazarlar, özsaygının narsisizm olarak adlandırılmaktan vazgeçilmesini talep etmezler. Ancak, narsisizmi dürtü teorisine başvurmadan yeniden tanımlamayı önerirler. Şöyle derler: “Narsisizm üzerine yapılacak herhangi bir araştırmada önemli olan durumlar yalnızca dürtü nitelikleriyle belirlenmez ve bu durumlar, dürtüsel yatırımların dağılımı hipoteziyle yalnızca kısmen açıklanabilir” (Psyche, 21, 1967, s. 161). Yazarlar, narsisizm kavramını, “temelde duygusal olarak belirlenen, biyolojik ve psikolojik yapıların uyumlu ve bütünleşik işleyişiyle birlikte görülen bir ideal durum” olarak tanımlanması gerektiğini savunurlar. Narsisistik bozuklukların temel özelliğini ise şöyle tanımlarlar: “Açıkça görülebilen ya da gizli bir acı durumu, ki bu durumla Ben sürekli olarak uğraşmak zorunda kalır ve bu duruma karşı geliştirilen savunma ve uyum çabaları patolojik boyutlara ulaşabilir” (s. 163). Kısacası, Joffe ve Sandler, narsisizmin kendini sevmenin libidinal yatırımı olarak anlaşılmasından vazgeçilmesini ve bunun yerine, ideal bir durumla ve bu durumun öz-temsilleriyle, yani özsaygıyla olan bağlantılarıyla tanımlanmasını önerirler. Son olarak, narsisizmin özsaygıyla eşitlenmesinin yarattığı bir diğer sorun, analistlerin özsaygının iki temel farklı formu olduğunu fark etmeleriyle ortaya çıkmıştır. Bu farkındalığın gelişimi ilginç bir tarihe sahiptir. Freud, özsaygıyı narsisizmle eşitlediği ilk tanımlamasında özellikle ikincil narsisizme atıfta bulunmuştu—yani, nesne yatırımlarının ardından Ben’e yönelen libidinal yatırımlara. İkincil narsisizmde, libido nesneden geri çekilir; bu durumun nesne yatırımlarının neden olduğu hoşnutsuzlukla bağlantılı olduğu varsayılır. Ben açısından bakıldığında, ilginin geri çekilmesi, nesnelerle bağlantılı kaygı ve diğer acı verici duygulardan korunmak için kullanılan bir savunma manevrasıdır.
Bu durum özellikle klinik bağlamda patolojik bir savunma olarak görüldüğü için, narsisizm terimi, savunma kaynaklı olarak şişirilen özsaygı hallerine — örneğin üstünlük duyguları ya da büyüklük sanrılarına — uygulanmıştır. Ancak kısa süre sonra, bir insanın kendisi hakkında iyi bir fikre sahip olabileceği — yani yüksek bir özsaygıya sahip olabileceği — ve bunun savunma kaynaklı değil, gerçekçi bir duygu olabileceği anlaşılmıştır. Bu durumu da narsisizm olarak adlandırdıkları için, özsaygının bu iki yönünü — savunma kaynaklı ve gerçekçi olanı — birbirinden ayırt etmek zorlaşmıştır. Bu ikilemi çözmek için "sağlıklı ve patolojik narsisizm" (good and bad narcissism) kavramı geliştirilmiştir. Buna göre, "sağlıklı" narsisizm, savunma kaynaklı olmayan özsaygı olarak değerlendirilirken, "patolojik" narsisizm, savunma amaçlı geliştirilmiş bir gurur hali olarak görülmektedir. Ancak, "sağlıklı" ve "patolojik" narsisizm kavramları, değer yargılarımızı yansıtsa da hastalarımızı gerçek anlamda anlamamıza pek katkı sağlamamaktadır. Eğer yapı kavramlarıyla çalışılırsa, özsaygının bu iki türü daha net anlaşılabilir. "Sağlıklı" narsisizm, yüksek özsaygıya eşdeğer olup, kendilik temsillerinin ağırlıklı olarak haz verici duygularla bağlantılı olmasına dayanır. "Patolojik" narsisizm ise, benmerkezcilik ya da görünürde yüksek bir özsaygıyla eşdeğer olup, altında yatan hoşnutsuzluk verici duygularla bağlantıların savunulmasına hizmet eder. Eğer özsaygının tüm biçimleri narsisizm terimiyle adlandırılırsa, bu durumda bu yapısal belirleyiciler göz ardı edilir ve genel tablo karışır. Tüm bunlardan şu sonuç çıkar ki, narsisizm teriminin iki anlamı — yani narsisizm, kendini sevmenin libidinal yatırımı olarak ve narsisizm, özsaygı anlamında — birbiriyle uyumsuzdur.
Tartışma
Yukarıda söylenenlerden açıkça anlaşılmaktadır ki, narsisizmin orijinal teorik kavramı olan "benliğe libidinal yatırım" günümüzde narsisistik olarak adlandırılan tüm fenomenleri açıklamakta artık yeterli değildir. Daha ziyade, bu birleşik kavram, benliğin birçok yönünden sadece birine odaklanmaktadır. Orijinal teorik kavram, libidonun benlikle olan ilişkisini ele alır. Narsisistik gelişim evresi, benlik ve nesne arasındaki sınırların henüz net bir şekilde tanımlanmadığı evredir. Narsisistik nesne seçimi, benliğe benzeyen bir nesnenin seçilmesidir. Narsisizm, nesnelerden geri çekilme olarak ele alındığında, benliği merkeze alan ve diğer her şeyi az çok dışlayan belirgin bir davranış biçimini tanımlar. Narsisizm, olgunlaşmamış nesne ilişkisi olarak, benliğe odaklanmanın nesnelerin gerçek özelliklerini çarpıttığı veya benlik ve nesne arasındaki sınırların belirsiz olduğu bir ilişkiyi tarif eder. Narsisizm, özsaygı anlamında ele alındığında, olumlu duyguların benlik temsilleriyle ilişkilendirilmesini ifade eder. Tüm bu anlamların ortak paydası, benliğe yapılan atıf ve bu bağlamda nesnelerle bir zıtlık oluşturulmasıdır. Bu, aslında yeni bir çıkarım değildir. Gerçekten de bunu "resmi bir dil standardı" olarak görebiliriz; bu durum, Amerikan Psikanaliz Derneği'nin Sözlüğündeki (Moore ve Fine, 1967) şu tanımda da ifade edilmektedir: "Narsisizm: Ruhsal ilginin benlik üzerinde yoğunlaşması" (s. 57). Ancak sorun, narsisizm teriminin, farklı soyutlama düzeylerinde yer alan benliğin çok çeşitli yönlerini tanımlamak için kullanılmış olmasıdır. Bu durum, Hartmann'ın yapı teorisi terimleri kullanılarak kavramın yeniden tanımlanması talebinin neden hiçbir zaman karşılanamadığını açıklamaktadır. Çünkü narsisizm altında anlaşılan pek çok farklı olgu, her biri bağımsız olarak yapısal bir şekilde tanımlanabilir. Yukarıda açıklandığı gibi, bu geniş uygulama alanı, psikanalitik literatürde önemli bir kafa karışıklığına yol açmıştır.
Sorunun çözümüne yönelik olarak, ilk etapta narsisizm teriminin kullanım alanını mevcut en önemli anlamlarına sınırlamayı ve geriye kalan kullanımları tanımlamak için yeni adlar önermeyi düşünebiliriz. Bu öneri, yakın zamanda Joffe ve Sandler (1967) tarafından daha önce alıntılanan çalışmada gündeme getirilmiştir. Narsisizmin ekonomik tanımına ilişkin sorunlar göz önüne alındığında, bu yazarlar, narsisizm teriminin kullanımının yalnızca özsaygı ile ilişkili alanlara sınırlanmasını önermektedir. Bu yaklaşım, yalnızca narsisizmin ekonomik tanımını ortadan kaldırmakla kalmayacak, aynı zamanda onu, en azından merkezi bir karakteristik olarak, tüm dürtü kavramından da ayıracaktır. Ancak, narsisizm kavramının mevcut anlamlarından bazıları ne yalnızca dürtü kavramı ne de yalnızca özsaygı konsepti altında kolayca sınıflandırılabilir. Örneğin:
- Eğer narsisizm terimi yalnızca belirli temel özsaygı bozukluklarını ifade etmek üzere ayrılırsa, "narsisistik nesne seçimi"ni nasıl adlandıracağız?
- Jacobson'un (s. 40) "narsisistik" olarak tanımladığı ve benlik ile nesne imgeleri arasındaki zayıf sınırların bu imgeler arasında bir tür füzyon (kaynaşma) fantezisi veya deneyimi ortaya çıkardığı ilkel tipteki ruhsal süreçleri nasıl adlandıracağız?
Bu tür bir işleyiş, açık bir şekilde ne dürtülerle ne de özsaygıyla doğrudan ilişkilendirilebilir. Benzer bir sorun, narsisizm teriminin önemli kullanım alanlarından birini seçip diğerlerini elemeye çalıştığımız her durumda ortaya çıkar. Dolayısıyla, terimin yalnızca sınırlı bir uygulama alanına sahip olması pratikte mümkün görünmemektedir. Çözüm olarak en tatmin edici bulduğum yaklaşım, Sachwörterbuch'ta sunulan yeni bir kavramsal düzenleme yapılmasıdır. Bu düzenleme, Freud’un narsisizm kavramının kendi zamanında oldukça yararlı ve üretken olduğunu kabul etmekle birlikte, günümüzde bu kavramın eksik ve kısmen yanıltıcı olduğunu teslim etmeyi gerektirir. Metapsikolojimizdeki pek çok unsur gibi, bu kavramın da daha kapsamlı bir konseptle yer değiştirmesi gerekmektedir. Bu bağlamda:
- Yeni Terminoloji Önerisi: Günümüzde "narsisistik" olarak adlandırılan ve ruhsal ilginin benlik üzerine odaklanmasının yalnızca minimal bir faktör olduğu bir dizi fenomen için yeni terimler kullanılmalıdır. Özellikle, narsisizm kavramının bir gelişim evresini veya olgunlaşmamış nesne ilişkilerini tanımlamak için kullanılmasından vazgeçilmelidir.
- Erken gelişimin, benlikle ilgisi olmayan pek çok boyutu bulunduğundan, bu süreci "narsisistik" terimiyle adlandırmak yerine Anna Freud’un “gelişim hatları” kavramını kullanmak daha mantıklı olacaktır. Erken libido gelişimini tanımlamak için ise "narsisistik" teriminden daha az belirsiz bir ifade, örneğin “nesne öncesi” gibi bir terim önerilebilir.
- Aynı şekilde, benlik ilgisi ile olgunlaşmamış nesne ilişkileri arasındaki belirsiz bağ göz önüne alındığında, bu ilişkilerin "narsisistik" yerine başka bir sıfatla tanımlanması daha uygun olacaktır.
- Narsisizmin Daraltılması: Narsisizm terimi, yalnızca benlikle ilişkili çeşitli fenomenleri tanımlayan geniş ancak belirsiz bir kavram olarak bırakılabilir. Ancak bu kullanımı açıklığa kavuşturmak için, bağlama bağlı olarak açık bir tanım yapmak veya mümkünse daha spesifik bir ifade kullanmak tercih edilmelidir.
- Dinamik ve Yapısal Boyutların Korunması: En önemlisi, narsisizmi yalnızca libidinal bir yatırım olarak düşünmekten kaçınılmalı ve bahsedilen fenomenin dinamik ve yapısal yönleri göz önünde bulundurulmalıdır.
Bu yaklaşım, narsisizm kavramının değerini korurken, şu an karşılaşılan belirsizlikleri ve karmaşıklıkları önleyebilir.
Özet
Pek çok beşeri bilim gibi psikanaliz de kavramlarını yeniden tanımlayarak daha fazla açıklık ve kesinlik kazandırmaya çalışır. Bu çalışma, psikanalizin en önemli kavramlarından biri olan narsisizmi ve bu terimin psikanalitik literatürdeki farklı kullanımlarını eleştirel bir bakışla değerlendirmektedir. Başlangıçta narsisizm, bireyin kendisini ya da kendisinin bir parçasını cinsel nesne olarak aldığı ve sevdiği varsayımıyla açıklanabilecek bir dizi fenomeni tanımlamak için kullanılmıştır. Zamanla, bu terimin kapsamı, ruhsal ilginin benlik üzerine odaklanmasını içeren neredeyse her durumu kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Bu genişletme, oldukça farklı fenomenleri aynı kategoride topladı ve hepsine narsisizm adı verildi. Narsisizm kavramı psikanalitik literatürde çok erken dönemlerde farklı şekillerde kullanılmaya başlandı:
- Klinik bir bağlamda, bir cinsel sapkınlığı tanımlamak için,
- Genetik olarak, bir gelişim evresini tanımlamak için,
- Nesne ilişkileri açısından, iki farklı fenomeni tanımlamak için: a) bir nesne seçimi tipi, b) çevreyle ilişki kurma biçimi,
- Benlik saygısının (özsaygı) farklı yönlerini tanımlamak için.
Narsisizm teriminin, benlikle ilgili bu kadar farklı fenomeni ve çok çeşitli soyutlama seviyelerinde yer alan durumları tanımlamak için kullanılması, psikanalitik literatürde önemli bir karmaşaya yol açmıştır. İki yazarın narsisizm hakkında farklı görüşlere sahip olması yaygın bir durumdur. Ancak daha yakından incelendiğinde, bu farklılıkların çoğu teorik değil, anlamsal nedenlere dayandığı görülür. Yazarlar genellikle farklı olguları tartışıyor olsa da her ikisi de bu olgulara narsisizm adını verir. Bu belirsizliğin ciddi bir sonucu, narsisizm kavramının, diğer pek çok psikanalitik kavram gibi, benlik psikolojisi terminolojisinde derinlemesine geliştirilmemiş olmasıdır. Oysa ki bu kavram, böyle bir geliştirmeyi fazlasıyla hak eder.